İSVİÇRE GEZİ NOTLARIM ve İZLENİMLERİM 7 Kasım 2012 - Kurban Bayramı tatilinde (26-29 Ekim 2012) eşim ve iki kızımla birlikte İsviçre'nin Basel, Zürih, Luzern, Bern, Zug ve İnterlaken şehir ve kasabaları dolaşma fırsatı bulduk. Üç gün içinde sonbaharın bütün güzelliklerini gördük, kışı da, yağmuruyla, soğuğuyla ve karıyla yaşadık. Sizlere bu kadar kısa sürede gördüklerimizi ve izlenimlerimi aktarmak istiyorum. İspanya vizesiyle hiç İspanya'ya gitmeden İsviçre'ye girebilirmiyiz telaşıyla başladı gezimiz. Pegasus Havayollarıyla İzmir-İstanbul, İstanbul-Basel aktarmalı gitmemize rağmen rahat bir yolculuk yaptık (Pegasus'un yolculara su dahi ikram etmemesi, herşeyi para ile satıyor olması hoş olmadığını söylemeden geçemeyeceğim). Saat 14:00 civarı Basel'e indik. 2 Kapı yanyana, birinden çıkarsanız Fransa'ya giriyorsunuz, diğerinden İsviçre'ye... Neyseki sorunsuz İsviçre kapısından geçtik. Rezervasyonunu yaptığımız araç kiralama şirketinden aracımızı alıp, önce Basel'i dolaştık. Daha ilk saniye de büyülemeye başladı bu ülke bizi. Şehrin merkezinin nerdeyse tamamı tarihi yapı... Bu binaların dik çatıları ve rengarenk kapı pencereleri objektifimi ne tarafa çevirsem poz verir gibi bana bakıyor. Bir çok binanın giriş kapısın üstünde yapım tarihi yazıyor. Tarihler 1600 ve 1700 ile başlayan rakamlarla dolu. Daha o tarihlerde imar planları çok muntazam yapılmış, tüm binalar aynı yükseklikte ve hiçbir çıkıntısı yok. Sokaklar ve yerler o kadar temiz ki bal dök yala cinsinden... Akşamına Zürih'de ki otelimize ulaştık. Saat farkınında eklenmesiye uzun ve yorucu bir gündü. Ertesi gün büyük kızımızın rehberleiğinde yola çıktık. Küçük bir şehir gezisyle almak istediği telefonu bulmak için Apple-Store mağazasını bulduk, ama internetten 1 gün önce sipariş vermek gerekiyormuş. Ertesi gün pazar ve bizde pazartesi döneceğimiz için alamadık. Bu arada yağmur da başladı, soğuk şemsiyenin sapını tutmaya zorlayacak kadar ellerimizi uyuşturdu. Çarşı dan yürüyerek Limmat nehrinin kenarına ulaştık. Nehrin kenarlarına sıralanmış inci gibi binaların ilk görüntüsü çok etkileyici. Makinayı zor tutarak, birkaç poz fotoğraf çekip, hem acıkan karınlarımızı doyurduk, hem de ısındık. Sonra göle kadar yürüdük. Hava şartları gölde ki teknelerle dolaşmaya uygun değildi. Zürih şehri Limmat Nehri'nin, Zürih Gölü ile birleştiği alanda kurulmuş, yaklaşık 400.000 nüfuslu, yani Karşıyaka kadar ama yüksek binalar olmadığı için yatay gelişmiş, geniş bir alana yayılmış. Geniş caddeler, bolca meydanlar, alabildiğine yeşil alanlar, şehre rahat nefes aldırıyor. Özellikle nehir ve göl kenarındaki ağaçların sararan yaprakları sonbaharın bütün güzelliklerini yansıtıyordu. Yağmurla geçen 2. günü Zürih'i dolaştıktan sonra saat 15:00 suları 50 km mesafede ki Luzern'e doğru yola çıktık. Bu arada yağmur hafif kar'a dönüşmeye başladı. 30. km de Zug isimli küçük bir kasabaya uğradık. Göl kenarında inanılmaz sonbahar manzaralarını fotoğrafladığımız bu şirin kasabada yarım saat civarı zaman geçirdik. Her göl ve nehirde en çok karşılaştığımız hayvan Kuğu. Hatta sembol haline helen Kuğuların heykellerini yapmışlar Zug'da. Hedefimiz Luzern'e otoban yerine normal yoldan, dağ yamaçlarından gitmeyi tercih ettik. Birçok binanın çatıları ve arabalar karla kaplıydı. Yine bir göl kenarına kurulmuş Luzern gölüne akan nehire kurulan ahşap, üstü çatılı yayaların dolaştığı geçit adeta baştan sona poz veren şehrin fotoğrafını çekmek için özel tasarlanmış. Çiçeklerle donatılmış geçitin yanında 43 metre yüksekliğinde Wasserturm (tarihi su kulesi) sekizgen mimarisiyle çok tamamlayıcı bir görüntü oluşturuyor. Bu kule 1333 yılında yapılmış, ilk zamanlar hapishane ve işkence yeri olarak kullanılmış. Daha sonra belediye arşivine dönüştürülmüş. Sulu karın yağdığı bir havada dolaştığımız Luzern'den aklımızdan çıkmayacak şekilde hafızalarımıza yerleştirerek, akşam karanlığı olurken Zürih'de ki otelimize dönmek için ayrıldık. Üçüncü gün sabahı otelin penceresinden dışarıya baktığımızda her yer karla kaplanmıştı. Bu günkü hedefimiz başkent Bern ve iki göl arasına kurulmuş İnterlaken şehirleriydi. Dolaşarak gideceğimiz için yaklaşık 180 km'lik bir yol yapacaktık. Bern'e ulaştığımızda kar yaklaşık 15 cm'e ulaşmıştı. En az gezebildiğimiz yer oldu Bern... Çünkü kardan arabadan çıkmak pek mümkün olmadı. Sadece, bulmacalarda sıkça sorulan AARE Nehri üzerindeki köprüde durarak birkaç poz fotoğraf çekip, araba ile yaptığımız şehir turu ile yetindik. Ayrıca pazar sabahı olduğu için neredeyse tüm işyerleri kapalıydı. Bern-İnterlaken yolu, doğanın bütün hünerlerini sergilediği muhteşem manzaralara sahipti. Bu güzellikleri görünce direksiyona eşim geçti, ben de elimde fotoğraf makinası, her yeri çekmeye çalışıyorum. Yolun büyük bölümünün bir tarafı göl kenarı, diğer tarafı dağ yamacında villa tipi küçük yerleşim alanları... Kar sonrası görüntüsünü hayal etmek size kalıyor. Çünkü biz gördük... Öğle sonrası, karnımızın da acıktığı bir saatte göl kenarında oturduğumuz restorantın bahçesindeki karları izleyerek yediğimiz pizzalar, baklava börek gibi geldi. Küçük kızım dışarıda karla kaplı masanın birine kardan adam yapıp fotoğraflar çektik. Bu arada restorantın işletmecileri Kosova'lı hemşehrimiz, Türkçe de biliyor. Sohbet edince hem onlar hem biz mutlu olduk. Mola sonrası yolumuza devam ederken gördüklerimiz, acaba bu yollar cennetemi çıkar diye düşündürüyordu. İnterlaken yaklaştıkça, yollar Kaş-Kalkan arasında ki gibi hal aldı. Dağların yamacında sıkça tünellerle rahatlatılmış yollarda arada bir durup yükseklerden fotoğraflar çektik. Sağımıza aldığımız gölün sonuna geldiğimizde hedefe çok yaklaşmıştık çünkü iki göl arası bir yer olduğunu biliyorduk. Thun ve Brienz gölleri arasına kurulmuş bir kasaba İnterlaken... Günlerden pazardı. Ama mağazaların bir kısmı açıktı. Eşim ve kızlarım mağaza dolaşırken ben de fotoğraf makinamla dolaştım. 200 metre arkadaki bölgeye doğru yürüdüğümde gördüğüm nehirin suyu, bugüne kadar gördüğüm akarsuların en temiziydi. İki gölü birleştiren bu nehrin kenarlarındaki rengarenk binalar da manzarayı tamamlayan tablo gibiydi. Dönüşümüzde otoban tabelalarını takip ederek, otobana ulaşmaya çalıştık fakat bayağı uzak bir mesafedeymiş otoban. Ulaşmak için çıktığımız dağın tepesi kayak merkezi ve yaklaşık 1 metreye yakın kar vardı. Bu kadar karın bulunduğu dağ yolları o kadar temizlenmişki sağın solun 1 metre kar olmasına rağmen yolda hiç kar yok. Bu yollar herkesi heyecanladırmış olmalı ki, hafif de akşam olmaya başlamasıyla, arabada uzun bir sessizlik oldu. Sonra ilk yeşil otoban tabelası gördüğümüzde herkesin yüzü gülmeye başladı. Pazar eve dönüş olduğu için biraz kalabalıktı otoban. Son gecemiz için otele ulaştık. Ertesi gün dönmek için valizlerimizi hazırlamaya başladık. Sabah kalkıp son bir Zürih turu yaparak Basel'den kalkacak uçağımız saat 14:00'de idi. Basel'de de gezmediğimiz faklı bir bölgede çarşıyı gezip havaalanına ulaştık. Gezimiz tamamlandı arabamızı teslim ettik ve İstanbul'a havalandık. Sevgili dostlarım Yukarıda ki notlarım genellikle İsviçre'nin mimari ve doğal güzelliklerini anlatıyor. Tabii ki bu güzellikleri tamamlayan asıl unsur insanları ve yaşam tarzları. İnsana saygının bu düzeyde olduğu ülke sayısı dünyada azdır. Asgari ücretin 3.500 Euro olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Neredeyse hiç dilenci görmedim (belki vardır ama bize denk gelmedi). Sokaklarda 1 tane çöp bulamazsınız. Bütün demeyeyim ama, anaartellerin hepsinden tramvay geçiyor. Bu sebeple arabayı kullnma ihtiyacı hissetmiyor İsviçre'li... Sonucunda da trafik gayet rahat Sanırım bir ülkenin gelişmişliğini görmeniz için bakılacak en önemli göstergelerden biri trafik ve trafik tabelaları. İsviçre'de o kadar muntazam bir tabela sistemi var ki, hiç bir dil bilmeyin, alın elinize hariytayı her yeri tek başınıza gezersiniz. Bize çok uzun gelen Aydın otobanındaki Selatin Tüneli gibi yüzlerce tünel var. üstelik bazıları 6-7 km yi buluyor. Yanlışlıkla, yaya geçidine yakın bir yerde durun; tüm arabalar durur ve sizin geçmenizi bekler. Neredeyse hiç polis görmedik. hiç bir olayla karşılaşmadık. Anlatmakla bitiremeyeceğim bir dünyanın içinden ülkemize dönerken, havada bunları düşündüm. Türkiye'nin o düzeye gelme ihtimali varmı acaba... gelirse kaç yıl sonra... gelmesi için ne yapmak gerekir. O düzeye gelmemiz bu eğitim sistemiyle mümkün değil diye düşünüyorum. Belki 100 yıl sonra... |
23888 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |